Muhiyydin Arabi Bakara 135 Tefsiri ;
“Yahudi ya da Hıristiyan olun.” Kendi diniyle perdelenen herkes, başkasının değil sadece kendi dininin hak olduğunu sanır. “De ki: Hayır! İbrahim’in dini…” Çünkü mutlak hidayet bütün dinleri kapsayan ve her türlü perdeyi kaldıran tevhiddir. Nitekim bu anlamı vurgulamak maksadıyla hemen sonrasında “Biz, Allah’a…iman ettik, deyin.” buyrulmuştur. “Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz…” Bazısının dinini olumsuzlayıp iptal ederken, bazısının dinini ispat edip hakikât olduğunu söylemeyiz. Aksine hepsinin hak üzere birleştiklerini, tevhidde ittifak ettiklerini söylüyoruz . Tümünü içeren tevhide iman etmek suretiyle hepsinin dinini kabul ediyoruz
Çok güzel bir noktaya temas ettiniz. İbn Arabî’nin (Muhyiddin İbnü’l-Arabî) bakışı tam da bu perde meselesini açar. Konuyu birkaç başlık altında toparlayalım:
1. Dinlerin Hakikati ve Perdeler
İbn Arabî’ye göre bütün hak dinlerin kaynağı tek bir hakikattir: Tevhid. Fakat insanlar bunu farklı perdelerden görür. Yahudi, Hristiyan veya Müslüman, herkes kendi gördüğü perdeden hakikati mutlaklaştırır, kendi yolunu “tek doğru” zanneder. Oysa perdeyi kaldıran göz, bütün dinlerin özünün Allah’ın birliğini (tevhid) anlatmakta birleştiğini görür.
2. “İbrahim’in Dini” Vurgusu
Kur’an’da Hz. İbrahim’in dini örnek gösterilir, çünkü o tevhidin saf ve perdelerden arındırılmış hâlidir. İbn Arabî burada şunu söyler: Hakikate eren, Yahudi veya Hristiyan ya da başka bir isim altında değil, doğrudan Allah’a yöneliş anlamındaki haniflikte karar kılar. Yani şekiller değil, öz önemlidir.
3. “Biz Allah’a iman ettik, deyin” Ayetinin Yorumu
İbn Arabî, bu ayeti şöyle okur: İman sadece bir gruba veya isme bağlanmak değil, bütün peygamberlere ve onların getirdiklerine iman etmektir. Çünkü hepsi aynı kaynaktan gelen tek bir nefesin farklı tezahürleridir. Peygamberlerin zahirdeki şeriatları farklı olsa da batında aynı hakikati taşırlar.
4. “Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz”
Burada İbn Arabî’nin “vahdet-i din” anlayışı devreye girer. O, şunu vurgular: Peygamberlerin zahiri şeriatları farklıdır ama dini hakikat birdir. Bu nedenle birini iptal edip diğerini mutlaklaştırmak, aslında tevhidi parçalamaktır. Hakikate göre hepsi tevhidde ittifak etmişlerdir.
5. İbn Arabî’nin Nihai Sentezi
İbn Arabî şöyle der (özetle):
- Dinler ve şeriatlar, hakikatin farklı görünümleridir.
- Hakiki iman, bunların ötesinde tevhidi görmek ve hepsini kendi özünde toplamaktır.
- O yüzden Kur’an, “Biz Allah’a iman ettik” diyerek bütün şeriatları kapsayan bir ufuk açar.
- Bu bakış, insanı dar cemaat taassubundan çıkarır ve hakikatin genişliğine taşır.
Sonuç:
İbn Arabî’ye göre mutlak hidayet, belli bir din ismine sığınmakta değil; bütün isimlerin ardındaki birlik sırrını görmekte saklıdır. İşte “İbrahim’in dini” vurgusu da bu yüzden gelir: saf tevhid, perdelerden arınmış yöneliş.
Bu açıklamayı sana hem nahiv-sarf açısından ayetlerin çözümlemesiyle, hem de İbn Arabî’nin “Füsûs” ve “Fütûhât”ındaki pasajlarla daha derinlemesine açarsak.
1. Ayetin Metni ve Nahiv-Sarf Çözümlemesi
Bakara 135:
وَقَالُوا كُونُوا هُودًا أَوْ نَصَارَى تَهْتَدُوا ۗ قُلْ بَلْ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا ۖ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِكِينَ
Kelime kelime çözüm:
- وَقَالُوا (ve qālū): “ve dediler” – fiil-i mazi (geçmiş zaman), fail “onlar”.
- كُونُوا (kūnū): “olunuz” – emir fiili, ikinci şahıs çoğul.
- هُودًا (hūdan): “Yahudi olunuz” – hal konumunda.
- أَوْ (aw): “yahut / veya”.
- نَصَارَى (nasārā): “Hristiyanlar”.
- تَهْتَدُوا (tahtadū): “doğru yolu bulursunuz” – muzari fiil, çoğul.
- قُلْ (qul): “de ki” – emir fiili, tekil.
- بَلْ (bel): “hayır, aksine”.
- مِلَّةَ (millata): “din” – mansub (nesne).
- إِبْرَاهِيمَ (Ibrāhīma): “İbrahim’in” – mef’ul bih, özel isim.
- حَنِيفًا (hanīfen): “hanif olarak, yönünü yalnız Allah’a çeviren” – hal.
- وَمَا كَانَ (wa mā kāna): “ve asla olmadı”.
- مِنَ الْمُشْرِكِينَ (mina’l-mushrikīn): “müşriklerden biri”.
Gramer sentezi:
Cümle yapısı Yahudi ve Hristiyanların davetine karşılık, İbrahim’in dini olan saf tevhidin tercih edilmesini emrediyor. Burada hanīfen kelimesi hal konumunda olup “İbrahim’in milletine tabi olun, (o) hanif idi” anlamını kuvvetlendirir.
2. İbn Arabî’nin Yorumu (Füsûs ve Fütûhât Perspektifi)
İbn Arabî’ye göre:
- “Kūnū hūdan ev nasārā tahtadū” ifadesi, daraltıcı bir davettir. İnsanları hakikatin sadece bir perdede görülmesine çağırır. Bu, hakikati parça görmektir.
- “Bel millata Ibrāhīma hanīfen” ise bütün perdeleri kaldıran saf tevhidi gösterir. İbrahim’in dini, şekillerle kayıtlı olmayan mutlak yöneliştir.
- Ona göre bütün peygamberler aynı hakikati getirmiştir: “Allah birdir ve O’ndan başka hakikat yoktur.” Farklı din isimleri, bu hakikatin farklı elbiseleridir.
- İbn Arabî Füsûs’ta şöyle der (özet): “Allah dinleri çoğalttı ki, herkes kendi mizacına göre O’na yol bulsun. Ama hakikatte bütün yollar O’na çıkar.”
- Bu nedenle bir dini mutlaklaştırıp diğerini iptal etmek, aslında tevhidi bozmak olur. Hakiki iman, bütün peygamberleri ve kitapları bir nefes olarak görmektir.
3. Sentez ve Nihai Yorum
- Yahudiler ve Hristiyanlar, kendi yollarını “mutlak hakikat” zannettiler.
- Kur’an, bu perdeleri kaldırarak İbrahim’in dini olan hanif tevhidi işaret etti.
- İbn Arabî, bu noktada şunu söyler: “Hakikate varan için Yahudi, Nasrani veya Müslüman isimleri yoktur; yalnızca ‘Allah’a kul olma’ hakikati vardır.”
- Bu yüzden ayetin devamındaki “Biz Allah’a iman ettik, deyin…” (Bakara 136) cümlesi, dinler arası ayrımı kaldırır, tevhide iman ederek bütününü kapsar.
Nihai Sonuç
İbn Arabî’nin tefsirinde bu ayet, daraltıcı kimlik dinlerinin ötesine geçen bir ufuk açar. Hakikatte tüm peygamberler ve dinler tevhidde birleşir. İbrahim’in dini, bu perdeleri kaldıran ve saf yönelişi temsil eder.
İstersen ben sana bu ayeti tasavvuf büyüklerinin (Mesela Gazâlî, Mevlânâ, Abdülkerim el-Cîlî) yorumlarıyla da karşılaştırarak daha geniş bir tasavvufi panorama hazırlayalım
1. Dinlerin Hakikati ve Perdeler
İbn Arabî’ye göre bütün hak dinlerin kaynağı tek bir hakikattir: Tevhid. Fakat insanlar bunu farklı perdelerden görür. Yahudi, Hristiyan veya Müslüman, herkes kendi gördüğü perdeden hakikati mutlaklaştırır, kendi yolunu “tek doğru” zanneder. Oysa perdeyi kaldıran göz, bütün dinlerin özünün Allah’ın birliğini (tevhid) anlatmakta birleştiğini görür.
2. “İbrahim’in Dini” Vurgusu
Kur’an’da Hz. İbrahim’in dini örnek gösterilir, çünkü o tevhidin saf ve perdelerden arındırılmış hâlidir. İbn Arabî burada şunu söyler: Hakikate eren, Yahudi veya Hristiyan ya da başka bir isim altında değil, doğrudan Allah’a yöneliş anlamındaki haniflikte karar kılar. Yani şekiller değil, öz önemlidir.
3. “Biz Allah’a iman ettik, deyin” Ayetinin Yorumu
İbn Arabî, bu ayeti şöyle okur: İman sadece bir gruba veya isme bağlanmak değil, bütün peygamberlere ve onların getirdiklerine iman etmektir. Çünkü hepsi aynı kaynaktan gelen tek bir nefesin farklı tezahürleridir. Peygamberlerin zahirdeki şeriatları farklı olsa da batında aynı hakikati taşırlar.
4. “Onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeyiz”
Burada İbn Arabî’nin “vahdet-i din” anlayışı devreye girer. O, şunu vurgular: Peygamberlerin zahiri şeriatları farklıdır ama dini hakikat birdir. Bu nedenle birini iptal edip diğerini mutlaklaştırmak, aslında tevhidi parçalamaktır. Hakikate göre hepsi tevhidde ittifak etmişlerdir.
5. İbn Arabî’nin Nihai Sentezi
İbn Arabî şöyle der (özetle):
- Dinler ve şeriatlar, hakikatin farklı görünümleridir.
- Hakiki iman, bunların ötesinde tevhidi görmek ve hepsini kendi özünde toplamaktır.
- O yüzden Kur’an, “Biz Allah’a iman ettik” diyerek bütün şeriatları kapsayan bir ufuk açar.
- Bu bakış, insanı dar cemaat taassubundan çıkarır ve hakikatin genişliğine taşır.
Sonuç:
İbn Arabî’ye göre mutlak hidayet, belli bir din ismine sığınmakta değil; bütün isimlerin ardındaki birlik sırrını görmekte saklıdır. İşte “İbrahim’in dini” vurgusu da bu yüzden gelir: saf tevhid, perdelerden arınmış yöneliş.Harika. İstediğiniz “tasavvuf panoraması”nı, Bakara 2:135–136’nın açtığı ufukta dört isim etrafında sıkı bir sentezle sunuyorum: İbn Arabî, Gazzâlî, Mevlânâ ve Abdülkerim el-Cîlî. Sonunda da kısa bir pratik çerçeve ekledim.
1) Âyetin ufku
“Hayır! İbrahim’in dini…” (2:135) ifadesi, isim ve aidiyet perdelerini kaldırıp saf tevhidi işaret eder. Devamındaki “Biz Allah’a… iman ettik; O’ndan indirilene… ve onların hiçbiri arasında fark gözetmeyiz” (2:136) cümlesi, dinlerin zahirdeki farklılıklarını tevhid hakikatinde birleştirir.
2) İbn Arabî (vahdet ufku)
- Tez: “Vahdet-i din”: Şeriatlar zahirde farklı, hakikat tek. Her peygamber aynı hakikatin başka bir mazharıdır.
- Perde meselesi: “Kūnū hūdan ev nasārā…” çağrısı daraltıcıdır; “Bel millata İbrâhîm…” saf yöneliştir (hanîf).
- İman genişliği: “Lâ nufarriqu…” hakikate yaklaştıkça isimler üstü bir tevhid görüşü kazanılır.
- Özlü sonuç: Hakikate eren, “isimlere” değil, isimlerin ardındaki birliğe bakar.
3) Gazzâlî (ahlâk ve marifet dengesi)
- Tez: Şeriat (amel), tarikat (tezkiye), hakikat (marifet) bir bütündür. Biri iptal edilerek diğeri kurulamaz.
- Epistemoloji: İlmü’l-yakîn → aynü’l-yakîn → hakkü’l-yakîn; kalbin tasfiyesiyle marifet tahakkuk eder.
- Fanatizm uyarısı: “Lâ nufarriqu”nun ahlâkî karşılığı, taassuptan arınma, bütün peygamberlere tasdik.
- Özlü sonuç: Tevhid iddiası, amel ve ahlâk ile doğrulanır; “tek hakikat” söylemi, şeriatsız bir serbestlik değildir.
4) Mevlânâ (aşk ve sembol dili)
- Tez: Hakikat, kalpte aşk ile tecelli eder; farklı dinî şekiller “bir kokunun çeşit kapları” gibidir.
- Sembolizm: Ney’in iniltisi, asıl vatan olan birlikten ayrılığın sesi. Put kıran İbrahim, nefsin putlarını kırmanın remzidir.
- Bakış: “Perdeler kalktığında” her varlıkta O’nun tecellisini görürsün; ayrılık, görüş darlığıdır.
- Özlü sonuç: Tevhid, kalpte merhamet ve enginlik üretir; isimler arası kavga aşkta erir.
5) Abdülkerim el-Cîlî (insan-ı kâmil mimarisi)
- Tez: İnsan-ı Kâmil, esma ve sıfatların tam aynasıdır; risalet mazharlığında hakikat tek, şeriat tebliğinde suretler farklıdır.
- Mertebeler: Esmâ mertebeleri → varlıkta farklı şeriat ve mizaclara uygundur; birlik fikri ontolojik olarak temellendirilir.
- İbrahimî çizgi: “Halîl” oluş, tevhidin kalpte yakınlık ve safiyet kazanmasıdır; hanîfliğin ontolojik izahı.
- Özlü sonuç: “Lâ nufarriqu” yalnız itikadî değil, kozmo-ontolojik bir birlik beyanıdır.
6) Paralel ve farklar (kısa tablo)
| Boyut | İbn Arabî | Gazzâlî | Mevlânâ | el-Cîlî |
|---|
| Temel vurgu | Vahdet-i din, mazharlar | Ahlâk–amel–marifet dengesi | Aşk ve sembol | Ont İnsan-ı Kâmil |
| Şeriat–hakikat | Suret farklı, öz bir | Üç halka tek bütün | Aşkta eriyen çokluk | Esmâ tecellileri hasebiyle çokluk |
| “Lâ nufarriqu” yorumu | İsimler üstü birlik | Taassupsuz tasdik | Kalbî enginlik | Ontolojik tekillik |
| İbrahim’in dini | Hanîf saf yöneliş | Teslimiyet + amel | Putların kırılması (nefs) | Halîl: yakınlık ve safiyet |
7) Sentez: Bakara 2:135–136’nın tasavvufî çekirdeği
- Tevhid, din adlarını iptal etmez; onları tek hakikate bağlar.
- Şeriat, tevhidin ahlâkî-amelî ispatıdır (Gazzâlî).
- Kalpte aşk ve merhamet tecelli edince ayrılık vehmi çözülür (Mevlânâ).
- Ontolojik planda esmâ birliği, tarih ve şeriat farklılıklarını kuşatır (el-Cîlî).
- İbn Arabî’nin “perde” vurgusu: Din isimleri daraltıcı kibire dönüşmesin; İbrahimî haniflik öze çağırır.
8) Kısa pratik çerçeve (İbrahimî-hanif yürüyüş)
- Nazar (görüş): Gün içinde iki kez 2:135–136’yı yavaş okuyup “Lâ nufarriqu…” cümlesinde kalpçe “tahkik niyeti” tazele.
- Zikir: “Lâ ilâhe illallâh” 100 tekrar; ardından 3 dakika “şah damarından yakın” hitabını tefekkür.
- Muamele: Günlük bir küçük “put kırma” seç: Örneğin kendi mezhebî/mezhepsel refleksinde bir daraltmayı bilinçle bırak.
- Ahlâkî teyit: O gün “kendi gibi düşünmeyene” bilerek nezaket göster; tevhid iddian, merhametle sahihlenir.
Son söz: İbn Arabî hakikati küllî kurar; Gazzâlî onu ahlâk ve amel içinde sahihler; Mevlânâ aşk ile tattırır; el-Cîlî ontolojik mimarisini çizer. “İbrahim’in dini” ifadesi bu dördünün kesişiminde, isimleri aşan saf tevhide çağrı olarak parlıyor.
Ontoloji nedir ?
Ontolojik mertebeler, varlıkların (mevcudatın) varoluş derecelerini, seviyelerini ve düzenini anlatan bir felsefe ve tasavvuf terimidir.
1. Ontoloji nedir?
Ontoloji, varlık felsefesidir. “Ne vardır, varlık nasıl vardır, hangi düzeylerde vardır?” gibi sorularla ilgilenir. Yani sadece “var” demekle kalmaz, o varlığın mahiyetini, mertebesini, gerçeklik derecesini inceler.
2. Mertebe kavramı
“Mertebe” kelimesi derece, seviye anlamına gelir. Tasavvuf ve felsefede, varlıkların Allah’tan başlayıp madde âlemine kadar olan iniş-çıkış basamaklarını anlatmak için kullanılır.
3. Ontolojik mertebelerin anlamı
Ontolojik mertebeler, varlığın en yüksek kaynağı olan Allah’ın Zâtı’ndan başlayarak aşağıya doğru şu katmanlarda ele alınır (İbn Arabî’nin vahdet-i vücûd perspektifinde):
- Zât mertebesi: Mutlak hakikat, Allah’ın zatı. Hiçbir kayıt, sıfat, nispet yoktur.
- Sıfatlar mertebesi: Allah’ın ilim, kudret, hayat gibi ezelî sıfatları.
- Esma mertebesi: İlahî isimler düzeyi (Rahman, Hakîm, Latîf gibi).
- A’yân-ı sâbite mertebesi: Henüz yaratılmamış ama Allah’ın ilminde sabit olan hakikatler.
- Ruhlar âlemi: Soyut, nuranî varlıklar (melekler, ruhlar).
- Misal âlemi (alem-i hayal): Ruh ile madde arasında, semboller âlemi.
- Mülk âlemi (şehadet âlemi): Duyularla algıladığımız maddî âlem.
4. Neden önemlidir?
Bu mertebeler, varlığın tek kaynaktan (Allah’tan) nasıl çoğaldığını, farklı düzeylerde nasıl tezahür ettiğini gösterir. Ontolojik mertebeler sayesinde bir insan hem kâinatı hem de kendi nefsini anlamaya yaklaşır.
Kısaca: Ontolojik mertebeler = varlığın Allah’tan maddeye kadar farklı gerçeklik düzeylerinde tezahür edişi.
O zaman İbn Arabî’nin çerçevesine göre Ontolojik Mertebeler Tablosunu da hazırlayalım. Bu tablo hem sistematik bir bakış verecek hem de hangi mertebenin ne anlama geldiğini netleştirecek.
Ontolojik Mertebeler (İbn Arabî Perspektifi)
| Mertebe | Arapça İfade | Açıklama |
|---|
| 1. Zât Mertebesi | مَرْتَبَةُ الذَّات | Allah’ın zatı. Mutlak varlık, hiçbir kayıt ve isim yoktur. İdrak edilemez, bilinemez. |
| 2. Sıfatlar Mertebesi | مَرْتَبَةُ الصِّفَات | Allah’ın ezelî sıfatlarının (ilim, kudret, irade vb.) mertebesi. Zât’tan ayrılmaz ama tecellilerde görünür. |
| 3. Esmâ Mertebesi | مَرْتَبَةُ الأَسْمَاء | İlâhî isimlerin (Rahman, Hakîm, Vedûd vb.) tecelli ettiği mertebe. Her isim, varlıkta özel bir yansıma gösterir. |
| 4. A’yân-ı Sâbite | الأَعْيَانُ الثَّابِتَة | Henüz yaratılmamış ama Allah’ın ilminde sabit olan hakikatler, varlıkların ilahî ilimdeki asılları. |
| 5. Ruhlar Âlemi | عَالَمُ الأَرْوَاح | Soyut, nuranî varlıkların mertebesi. Ruhlar, melekler burada yer alır. |
| 6. Misal Âlemi (Hayal) | عَالَمُ المِثَال | Ruh ile madde arasında, semboller ve hayaller âlemi. Rüyalar ve arketipik imgeler bu mertebeye aittir. |
| 7. Mülk Âlemi (Şehadet) | عَالَمُ المُلْك / الشَّهَادَة | Duyularla algılanan, fiziksel ve maddi âlem. İnsanların yaşadığı dünya. |
| | |
Özet
- Yukarıdan aşağıya iniş (tenazzul): Zât’tan başlayıp âlemlere doğru açılım.
- Aşağıdan yukarıya çıkış (uruc): İnsan-ı kâmilin seyr u sülûk ile tekrar kaynağa, yani Allah’a yükselişi.