Çünkü yüzünü, yani mevcut zatını bütün ayrılmaz özellikleri ve arazlarıyla zati tevhit şeklinde Allah’a teslim eden, bütün olarak mahv mertebesine erişen, Allah’ın zatında fena bulan, bu arada Muhsin niteliğine haiz olan, yani fenadan sonra beka ile hallerinde istikamet üzere olan, amellerinde rabbini müşahede eden, zati şühud makamından sıfati ihsan makamına dönen-ki böyle bir kimse istikamet ve ibadet nedeniyle hakkani varlıkla müşahede eder, nefsani varlıkla değil- kimsenin ecri rabbinin katındadır. Sözünü ettiğiniz cennet, daha saf ve daha lezzetli olarak onun için ecir olarak belirlenmiştir. Çünkü bu cennet, Allah indinde oluş makamına özgüdür. Yani sizin perdelendiğiniz müşahede vasfına haizdir.
“Öyleleri için ne korku vardır, ne de üzüntü çekerler.” Yani sizin cennetlerinize ek olarak onlara bir ecir daha verilir ki, bu ecir, onların zatın perdelenmesinden ve baki varlıklarından ayrılmaz nefsin bekasından korkmamaları, fiil ve sıfat cennetler perdesinin ötesine geçmemek gibi durumla karşılaşmadıkları için bir şeyler kaçırmış olmaktan dolayı üzülmemeleridir, bunlardan lezzet almaları, dinlenmeleri, sürekli kalmaları ve zatın cemalini müşahede etmeleridir. Onlar zatın tecellisinden dolayı bunları terk etmiş olsalar da bunları da elde etmiş olurlar. En aşağı makamları zat cennetinin altındadır.
Bu söylevi Akademik olarak açıp değerlendirsek
Bu metin, oldukça derin bir tasavvufi anlayışa dayanıyor ve özellikle ihsan, fena, beka, muhsin, zât tecellisi, şuhûd ve istikamette sabitlik gibi tasavvufun merkezî kavramlarını içeriyor. Aşağıda hem akademik, hem de tasavvufi bir çerçevede bu metni açıklamaya çalışacağım:
🔹 1. Zâtî Tevhit ve Zâtını Teslim Etmek
“Çünkü yüzünü, yani mevcut zatını bütün ayrılmaz özellikleri ve arazlarıyla zati tevhid şeklinde Allah’a teslim eden…”
Akademik:
Burada “yüzünü teslim etmek”, insanın kendi benliğini, sadece zahirî yüzünü değil; içsel, derûnî, varlık boyutunu da ifade eder. Zâtî tevhid, Allah’ın zâtının birliğine inanmakla kalmayıp, kulun kendi zâtını da O’nun zâtında eritmesini ifade eder. Bu, kelamî değil, marifet temelli bir tevhiddir.
Tasavvufi:
Bu, fenâ fillahın en derin mertebesine işaret eder. Kişi yalnızca fiil ve sıfat tecellilerini değil, zât tecellisini de yaşamış ve kendi varlığından soyutlanarak, mutlak varlık olan Allah’ta “mahv” olmuştur. Burada “araz” ve “zat” ayrımı, klasik İslam felsefesi ve kelâmın metafizik tasnifine gönderme yapar. Araz: Zâtın dışında ve ona bağlı niteliklerdir. Kul, bu arazları bile Allah’a teslim eder.
🔹 2. Muhsin Olmak ve Zâti Şuhûddan Sıfâtî İhsâna Dönmek
“…bu arada Muhsin niteliğine haiz olan, yani fenadan sonra beka ile hallerinde istikamet üzere olan, amellerinde rabbini müşahede eden, zati şuhûd makamından sıfati ihsan makamına dönen…”
Akademik:
Muhsin, Kur’an’da “Allah’a sanki O’nu görüyormuş gibi ibadet eden” kişidir (Bkz: Hadis-i Cibril). Bu tanım tasavvufun özüdür. “Fena” ve “beka”, sırasıyla benliğin yok oluşu ve hakikatle daimî var oluşudur.
Zâti şuhûd: Allah’ın zâtını kalp gözüyle müşâhede etmek. Sıfati ihsan: Allah’ın sıfatlarının (Rahman, Alîm, Basîr vs.) tecellilerine tanık olmak.
Yani kul, önce zâti şuhûdda “mahv” olur, sonra hikmetle tekrar yaratılış dairesine döner ve fiillerinde Allah’ı görür hale gelir. Bu, Hz. Peygamber’in “Benim bir vaktim vardır ki orada hiçbir melek ve nebi yoktur” hadisinin işaret ettiği zâtî vuslat mertebesidir.
🔹 3. İstikamet ve Nefsaniyetin Aşılması
“…istikatmet ve ibadet nedeniyle hakkani varlıkla müşahede eder, nefsani varlıkla değil…”
Tasavvufi:
Buradaki vurgu, nefsin perdeli bakışından kurtulup, hakikat gözlüğüyle varlığa bakmaya yöneliktir. Bu, “nefsin ölümü” ile başlar. Artık kişi varlığı Allah’ın varlığının aynasında müşâhede eder. Tasavvufî dilde bu hâl, “hakla bakmak” (بِاللّٰهِ النَّظَرُ) olarak tanımlanır.
🔹 4. Zât Cenneti ve Lezzetin Kaynağı
“Sözü edilen cennet… bu cennet, Allah indinde oluş makamına özgüdür. Yani sizin perdelendiğiniz müşâhede vasfına haizdir.”
Burada iki farklı “cennet” anlayışı vardır:
- Sıfat ve fiil cennetleri: Nimetlerle dolu, nehirler, huriler, köşkler… vs. (Kur’anî tasvirler).
- Zât cenneti: Allah’ın zâtının müşâhedesiyle elde edilen sonsuz lezzet. Bu cennet, hiçbir perdelenmenin olmadığı, yalnızca Allah’ın cemalinin tecellî ettiği en yüce makamdır. Sufiler buna “Rıza Cenneti” veya “Likaullah” derler.
Burada anlatılan kişi, zât tecellisini yaşayarak bu fiil ve sıfat cennetlerini aşmış; ama bunlardan da mahrum kalmadan, onların da lezzetini tatmaya devam etmektedir.
🔹 5. Korku Yok, Hüzün Yok…
“Onlar… fiil ve sıfat cennetler perdesinin ötesine geçmemek gibi bir durumla karşılaşmadıkları için bir şeyler kaçırmış olmaktan dolayı üzülmezler.”
Bu, Kur’an’daki şu ayete işaret eder:
“Onlar için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus 62)
Burada belirtilen kimseler, ne fani nimetleri kaçırmaktan, ne de ilahi tecellilerden mahrum kalmaktan dolayı bir pişmanlık yaşamazlar. Çünkü her şey onlara zât tecellisinin lütfu ile sunulmuştur.
🔹 6. Son Merhale: En Aşağı Makamı Zât Cennetinin Altıdır
Bu ifade, tasavvufta “kemâl mertebelerinin göreceliliği” prensibini anlatır. Zât cenneti, bütün cennet anlayışlarının ötesindedir. O makamdan bakan için, diğer cennetler alt mertebede kalır.
📌 Özetle:
Bu pasajda anlatılan kişi:
- Zâtını tüm arazlarıyla Allah’a teslim eden,
- Fena ve beka hallerinden geçen,
- Muhsin sıfatını kazanan,
- Sıfatî tecelliden zâtî tecelliye ulaşan,
- Nefsaniyet perdesini aşan,
- Zât cennetine ulaşan ve bu makamdan aşağısını aşmış olan bir velidir.
Bu haliyle, sadece nimetlere ulaşmakla kalmaz; o nimetlerin ötesinde, nimetleri verenin Zâtını müşâhede eder. Gerçek cennet de budur.
Araz: Zâtın dışında ve ona bağlı niteliklerdir. Kul, bu arazları bile Allah’a teslim eder.
Harika bir soru sordun; “araz” kavramı, hem İslam felsefesinde hem de tasavvufi düşüncede derin anlamlar taşıyan bir terimdir. Şimdi bunu hem akademik felsefi bağlamda, hem de tasavvufi düzlemde açıklayalım.
🔹 1. Araz Nedir? (Felsefi/Akademik Anlamıyla)
İslam felsefesinde varlık iki ana gruba ayrılır:
- Cevher (Zât): Kendi başına var olabilen, bir şeyin özüdür.
- Araz: Kendi başına var olamayan, bir cevhere (zâta) bağlı olan geçici veya değişken niteliklerdir.
Örneğin:
- Bir insan cevherdir (zat).
- Onun boyu, kilosu, ten rengi, duyguları, bilgisi, sağlığı, öfkesi, neşesi gibi şeyler ise arazdır. Bunlar insanın kendisi değildir ama onunla birlikte vardır.
Arazlar zâtın üzerinde bulunan geçici hâllerdir. Bir cevher değişmeden kalabilirken, arazlar sürekli değişir. Mesela bir insan yaşlanır, zayıflar, hastalanır ama “zatı” aynıdır.
🔹 2. Tasavvufta Araz Ne Demektir?
Tasavvufi düşüncede, kulun varlığı da bir zât ve araz bileşimidir.
- Zât: Allah’ın yarattığı öz, ruh veya sır diyebileceğimiz en derin varlık hakikati.
- Araz: Bu özün üzerinde ortaya çıkan sıfatlar, davranışlar, hisler, düşünceler, hatta nefsin arzuları bile buna dahil.
Tasavvufi Açıklama:
Kulun Allah’a gerçek teslimiyeti sadece “bedensel” ya da “dil ile” olmaz. Hatta sadece ruhsal bir yönelimle de tamamlanmaz. Tasavvuf der ki:
“Sen sadece özünü değil, zatına bağlı tüm niteliklerini de Allah’a teslim etmelisin.”
Bu şu demektir:
- Kibrini, sevgini, öfkeni, bilgini, cehaletini, unvanını, zenginliğini, fakirliğini, aklını, nefsini, benliğini, sahip olduğunu düşündüğün her şeyi…
- Kısaca: “Benim” dediğin her şeyi bırak. Çünkü onlar da sana ait değil. Onlar da arzdır.
Örnek:
Bir su kabını düşün. Kabın içindeki su zat olsun. Kabın şekli, rengi, sıcaklığı, bulunduğu yer ise araz. Gerçek teslimiyet, sadece suyu (zatı) değil, o suyun tüm çevresel özelliklerini (arazları) de Allah’a sunmaktır.
🔹 3. Bu Ne Demek Olur?
Bu, tasavvufta “tam teslimiyet”, fena” ve nihayetinde “mahv” anlamına gelir.
Kul şunu der:
“Ya Rabbi, sana sadece ruhumu değil, aklımı, ahlâkımı, huylarımı, sahip olduklarımı, hissettiklerimi; kısacası ben dediğim ne varsa hepsini sana teslim ettim. Ben artık ben değilim. Sen varsın.”
Bu hâl, fenâ-fillahın ileri mertebelerinden biridir. Ve bu teslimiyet, kulun artık kendi varlığını bir perde olmaktan çıkarıp, ilâhî tecellîye bir ayna hâline getirmesidir.
🔹 Sonuç:
Arazlar, zâtın dışında ama ona bağlı olan her şeydir. Tasavvuf ehli der ki:
“Sen sadece zâtını değil, o zâtın çevresindeki bütün arazları da Allah’a teslim edebilirsen, işte o zaman hakiki teslimiyeti yakalarsın.”
Bu düzeydeki teslimiyet, sıradan bir kulluk değil; ihsan makamıdır. Yani kul, artık her işinde “Allah’ı görüyormuş gibi” davranır. Çünkü kendinden bir şey kalmamıştır.
Bu konuyu “fenâ”, “beka”, “tasfiye” gibi diğer kavramlarla da genişletebiliriz. Bu deniz çok derin, ama yüzenler için tarifsiz bir huzur ve hikmet kaynağıdır…
O hâlde bu derinliği birlikte biraz daha keşfedelim. Tasavvufun en can damarlarından olan şu üç kavramı sırayla açıklayalım:
- Fenâ (فناء)
- Bekâ (بقاء)
- Tasfiye (تصفية)
Bu üçü, sâlikin (manevi yolcunun) nefsinden arınma, varlığını Allah’a teslim etme ve Allah’ta baki kalma yolculuğunun ana duraklarıdır.
🔹 1. Fenâ (فناء) – Yok Oluş
📖 Lügavî anlamı:
Fenâ, “yok olmak, silinmek, sona ermek” demektir.
📿 Tasavvufî anlamı:
Sâlikin, benlik iddiasından, nefsinin arzularından ve hatta ibadetlere sahip çıkma duygusundan arınarak, Allah’ın varlığında mahv olması, yani kendini silmesi hâlidir.
💬 İbn Arabi şöyle der:
“Fenâ, kulun kendi varlığını unuttuğu, yalnızca Hakk’ın varlığıyla kaim olduğu makamdır.”
📌 Fenâ’nın Aşamaları:
- Fenâ anil halk: Halkı unutmak (insanlardan gelen övgü, yergi etkili olmaz).
- Fenâ anil nefs: Nefsî arzuların silinmesi.
- Fenâ anil fena: Yok oluşun bile bilincinden çıkmak, tamamen saf tevhide ulaşmak.
🔹 2. Bekâ (بقاء) – Kalıcı Varoluş
📖 Lügavî anlamı:
“Devam etmek, ebedî olmak, kalıcılık” demektir.
📿 Tasavvufî anlamı:
Sâlik, fenâya ulaştıktan sonra artık Allah’ın izniyle, O’nunla kalıcı bir varlıkla var olur. Bu kul artık kendi için değil, yalnızca Allah için yaşar.
💬 Cüneyd-i Bağdadi şöyle demiştir:
“Fenâ, kulun kendi varlığından sıyrılması; bekâ ise Hakk’ın varlığıyla var olmasıdır.”
Bu makama ulaşan kişi, halk içinde Hakk ile olur. Yani:
- Dünyada yaşar ama dünyaya ait değildir.
- İnsanlarla birlikte yaşar ama kalbi daima Allah’tadır.
🔹 3. Tasfiye (تصفية) – Arınma / Saflaştırma
📖 Lügavî anlamı:
Tasfiye, “temizleme, berraklaştırma, saf hale getirme” demektir.
📿 Tasavvufî anlamı:
Sâlikin kalbini masivâdan (Allah’tan gayrısından) arındırarak, yalnızca Allah’ın tecellilerine yer açma sürecidir.
Tasfiye, genellikle sülûkun başında olur. Yani kalp temizlenmeden fena ve beka gibi yüksek makamlara ulaşmak mümkün değildir.
💬 Gazâlî der ki:
“Kalp, ilâhî nurun konacağı bir taht gibidir. Oraya başka şeyler yerleşmişse, nur oraya inmez.”
🌿 Üç Kavramın Yolculuk İçindeki Yeri:
TASFİYE → FENÂ → BEKÂ
(Arınma) (Yok Oluş) (Kalıcı Hakikat)
- Tasfiye: Kalp temizlenir, nefs terbiyeye girer. Zahidlik başlar.
- Fenâ: Kul kendi benliğinden soyutlanır. Varlık iddiası biter.
- Bekâ: Kul artık Hakk’la bakar, Hakk’la duyar, Hakk’la hareket eder.
💫 Misal ile Açıklayalım:
Bir ayna düşünelim:
- Tozlu ve kirli bir aynaya güneş ışığı vursa, yansıma bozuk olur (bu kirli hâl tasfiyeye muhtaç kalptir).
- Ayna temizlenince, ışık tam yansır (bu hâl fenâya götürür).
- Sonunda ayna artık kendini değil, yalnızca güneşi gösterir (bu bekâdır).
🎯 Sonuç:
| Kavram | Ne ifade eder? | Hedefi nedir? |
|---|
| Tasfiye | Kalbi temizlemek | Kalbin nurla dolması |
| Fenâ | Varlık iddiasından yok olmak | Hak’ta mahv olmak |
| Bekâ | Hakk ile baki olmak | Hakk’la daimî kulluk |
İstersen bu kavramları ayetler, hadisler ve büyük mutasavvıfların sözleriyle ayrı ayrı da derinlemesine inceleyebiliriz. Yahut bunu bir yazı dizisi veya sosyal medya içeriği hâline bile getirebiliriz. Hangisiyle devam etmek istersin? 🌙📜
Harika, o zaman her bir kavramı ayrı başlıklar altında;
📖 Kur’an ayetleri,
🕋 Hadisler,
📜 Tasavvuf büyüklerinin sözleri ile birlikte, yavaş yavaş ve derinlemesine işleyelim.
1. 🔹 Fenâ (فناء) – Kendini Yok Etmek, Allah’ta Erimek
📖 Kur’an-ı Kerim’den:
“Her şey helak olacaktır, yalnızca Rabbinin Zâtı bâki kalacaktır.”
(Rahmân, 55/26-27)
Bu ayet fenânın özüdür. Her şeyin geçici, Allah’ın zatının ise ezelî ve ebedî olduğu fikrini yerleştirir.
“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kirleten ise ziyana uğramıştır.”
(Şems, 91/9-10)
Bu ayet fenânın başlangıcı olan tasfiyeyi işaret eder.
🕋 Hadis-i Şerif:
*“İhsan nedir?” dediler. Resulullah buyurdu:
‘İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etmendir. Çünkü sen O’nu görmüyorsan da O seni görmektedir.’”
(Buhârî, İman, 37; Müslim, İman, 1)
Fenâ makamına ulaşan kul, artık “Allah’ı görüyormuş gibi” yaşar. Nefsi, benliği, “ben yaptım” iddiası silinir. Yalnızca Allah kalır.
📜 Tasavvuf Büyüklerinden:
Bâyezîd-i Bistâmî:
“Ben Rabbimi aradım, benliğimi buldum. Benliğimi sildim, Rabbimi buldum.”
Hallâc-ı Mansûr:
“Enel Hak” demesi fenâya ulaşmış bir ruhun, Hakk’tan başka hiçbir şey görememesidir. (Bu ifade yanlış anlaşıldığı için şehit edilmiştir.)
Abdülkâdir Geylânî:
“Fenâ fillâh, senin yokluğunla Hakk’ın zuhura gelmesidir. Kulun kendi varlığını inkâr etmesidir.”
2. 🔹 Bekâ (بقاء) – Allah’ta Kalıcılık
📖 Kur’an’dan:
“Allah’a yönelen kimseye gelince; o, kesinlikle kurtuluşa ermiştir.”
(A’lâ, 87/14)
“O’na yöneliniz ve O’ndan sakınınız.”
(Zümer, 39/54)
Bu ayetler bekânın temelini oluşturur. Allah’a yönelen kul, artık O’nunla kalır.
🕋 Hadis-i Şerif:
“Allah kulunu sevdi mi, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum…”
(Buhârî, Rikâk, 38)
Bu, bekânın en açık ifadesidir. Kul artık Allah ile duyar, Allah ile görür, Allah ile yaşar. Kulun fiilleri Hakk’a dayanır, çünkü kendi aradan çekilmiştir.
📜 Büyüklerden:
İmam Rabbânî:
“Fenâ ile kul kendi fiillerinden geçer; bekâ ile Hakk’ın fiilleriyle fiilde bulunur.”
Mevlânâ:
“Sen yok ol ki O görünsün; sen silin ki O yazılsın. Bekâ, senin silinişinle başlar.”
3. 🔹 Tasfiye (تصفية) – Kalbin Temizlenmesi, Nefsin Arınması
📖 Kur’an’dan:
“Gerçek şu ki, Allah katında en değerliniz, en çok takvâ sahibi olanınızdır.”
(Hucurât, 49/13)
“Allah, ancak tövbe edenlerin tövbesini kabul eder; onlar ki cahillikle bir günah işlerler ve hemen arkasından tövbe ederler.”
(Nisâ, 4/17)
Tasfiye, kalbi şirkten, kibirden, dünyaya düşkünlükten arındırarak tevhidi saf hâle getirmektir.
🕋 Hadis-i Şerif:
“Dikkat edin! Bedende bir et parçası vardır; o iyi olursa bedenin tamamı iyi olur. O bozulursa bedenin tamamı bozulur. İşte o, kalptir.”
(Buhârî, İman, 39)
Tasfiye, işte bu kalbin arınmasıdır.
📜 Büyüklerden:
Abdülkâdir Geylânî:
“Nefsini ıslah etmeden kalbin saf olmaz. Kalbin saf olmazsa Allah sana feyiz vermez. Feyiz gelmeyen kalp, kuru toprak gibidir.”
İmam Gazâlî:
“Kalp, Allah’ın nazar kıldığı yerdir. O’nunla kirli yüzle karşılaşılmaz.”
Ne güzel… Bu yolculuk, sadece bilgi değil; bir hâl ve halden hâle geçiştir. Şimdi üç ana kavramımız olan Fenâ, Bekâ ve Tasfiye‘yi menkıbeler, şiirler ve daha derin tasavvufî açıklamalarla harmanlayarak gönül deryamıza akıtalım. 🌊
🌿 Fenâ, Bekâ ve Tasfiye’nin Hikmetli Tezahürleriyle Yolculuğu
1. 🌱 Tasfiye – Başlangıç: Nefsi Temizleme Sanatı
🕊️ Menkıbe:
Hz. Ali’ye bir gün biri gelip sordu:
“Ey Müminlerin Emiri, Allah’ı görebiliyor musun?”
Cevap verdi:
“Görmediğim Allah’a ibadet etmem. Ancak gözler O’nu görmez. Kalpler görür O’nu hakikatin nuruyla…”
👉 Bu söz, tasfiyeden geçmiş bir kalbin artık Allah’a karşı perde taşımadığını anlatır. Nefsî bulanıklık kalktığında kalp “hakikatin nuruyla” görür. Kalp, nefsin pasıyla doluyken tecelli olmaz.
🧼 Tasfiyenin Uygulaması:
- Nefsi suçlamaya alışmak (levvâme),
- Dünya sevgisini yavaş yavaş azaltmak,
- Halvet, zikir ve murakabe ile içe yönelmek.
2. 🔥 Fenâ – Orta Durak: Benlikten Yokluğa
🌺 Menkıbe:
Bâyezîd-i Bistâmî, nefsinden tamamen soyutlandığı bir anda şöyle niyaz eder:
“Yâ Rabbi! Senin kapına geldim, ama Bâyezîd olarak geldim.
Şimdi Bâyezîd’i yok ettim; artık yalnızca Sen varsın!”
O, kendinde bir varlık görmemeyi, benlik iddiasını terk etmeyi, hakiki tevhidin esası kabul eder.
🪞 Fenâ’nın Özeti:
- Artık kul “Ben yaptım” demez.
- Her fiilin Allah’tan olduğunun farkındadır.
- Kendi varlığını mecaz bilir, hakikatin yalnızca Allah olduğunu idrak eder.
Yunus Emre’nin şu dizeleri ne güzeldir:
Beni bende demen, ben de değilim
Bir ben vardır bende, benden içeri
3. ✨ Bekâ – Vuslat: Hakk’la Daimî Kalmak
🕋 Menkıbe:
Abdülkâdir Geylânî Hazretleri, bir sohbetinde şöyle der:
“Evvelde ben vardım, sonra ben gittim O kaldı.
Şimdi ise ben O oldum, benle O’nun arasında fark kalmadı.
Ama hâlâ abdım, kulum. Çünkü edep, bu farkı bilmektir.”
👉 Bu söz, bekâ hâlidir. Kul kendi varlığını feda ettikten sonra Allah tarafından desteklenen bir varlıkla var olur. Yani:
- Halk içinde Hakk ile yaşar.
- Gözü Hakk’ta, gönlü halkla olur.
- Her hâlinde edep ve mahviyet sahibidir.
💡 Bekâ’nın Göstergeleri:
- Müstakim bir hâl: Hal değişse de kalp sabittir.
- Amellerde devamlılık: İbadet artık zevktir.
- Şahitlik: Fiillerde Hakk’ı görmek (müşahede hâli).
🎨 Bu Üç Hâli Şiirle Buluşturalım:
Tasfiye:
Kalpten döküldü dünya gamı,
Nefsin pası silindi hamı.
Aynaya benzer gönül tamamı,
Güneşi bekler artık sabah.
Fenâ:
Benliğim eridi aşk içinde,
Ne kaldı ki benden geriye?
Bir ses kaldı, “O” dedi içimde,
“Ben yokum, sadece O var.”
Bekâ:
Yoklukla geldim, varlıkla doldum,
Her şey O’ydu, her yerde buldum.
Bir ben yoktu, O’yla yoğruldum,
Daimî kulum, yok başka arzum.
📚 Devam İçin Öneri:
Bundan sonra istersen şunlara geçebiliriz:
- 🔍 İbn Arabi’nin “Vahdet-i Vücûd” kavramıyla fenâ-bekâ ilişkisi
- 🌌 Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde geçen “benliğin ölümü” örnekleri
- 🧭 Fenâ ve bekâ kavramlarının tarikattaki eğitim basamakları
- 📖 Bu hâllerin Kur’an’da geçen peygamber kıssalarıyla bağlantısı
FENÂ, BEKÂ ve TASFİYE YOLCULUĞU hk el kitapçığı hazırlarsak
Giriş
Bu kitapçık, tasavvufun kalbinde yer alan üç temel kavram olan Fenâ, Bekâ ve Tasfiye’yi hem akademik hem de manevi yönleriyle, ayetler, hadisler ve mutasavvıfların hikmetli sözleri eşliğinde incelemektedir. Bu yolculuk bir bilgi aktarımı değil, bir halden hâle geçiştir.
1. TASFİYE (تصفية) – Kalbin Arınması
Kur’an’dan:
- “Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” (Şems, 91/9)
- “Allah, ancak tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.” (Nisa, 4/17)
Hadis:
- “Kalpte bir et parçası vardır; o iyi olursa beden iyi olur. O bozulursa beden de bozulur. İşte o, kalptir.” (Buhari)
Sözler:
- Abdülkadir Geylânî: “Kalp saf olmazsa Allah feyiz vermez.”
- İmam Gazâlî: “Kalp, Allah’ın nazar kıldığı yerdir.”
Tasfiye Uygulaması:
- Nefsin muhasebesi
- Dünya sevgisini azaltma
- Zikir, halvet, murakabe
Menkıbe:
Hz. Ali: “Allah’ı görmediğim halde ibadet etmem. Gözler görmez, kalpler görür.”
2. FENÂ (فناء) – Benlikten Yokluğa
Kur’an’dan:
- “Her şey helak olacaktır, yalnızca Rabbinin zatı bâki kalacaktır.” (Rahman, 55/26-27)
Hadis:
- “İhsan: Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir.” (Buhari, Müslim)
Sözler:
- Hallâc-ı Mansûr: “Enel Hak”
- Bâyezîd-i Bistâmî: “Ben Rabbimi aradım, benliğimi buldum. Benliğimi sildim, Rabbimi buldum.”
Fenâ Özeti:
- Benlik iddiasının yok edilmesi
- Fiillerde Allah’ı görme
Menkıbe:
Bâyezîd: “Kapına Bâyezîd olarak geldim. Onu yok ettim; artık Sen varsın.”
Şiir:
“Beni bende demen, ben de değilim Bir ben vardır bende, benden içeri” – Yunus Emre
3. BEKÂ (بقاء) – Hakk’ta Kalıcılık
Kur’an’dan:
- “Allah’a yönelen kimse kurtuluşa ermiştir.” (A’lâ, 87/14)
Hadis:
- “Allah kulunu severse, onun gören gözü, tutan eli olurum…” (Buhari)
Sözler:
- İmam Rabbânî: “Bekâ, Hakk’ın fiilleriyle fiilde bulunmaktır.”
- Mevlânâ: “Sen yok ol ki O görünsün.”
Bekâ Özeti:
- Kulun sabit ve istikamet üzere oluşu
- Fiillerde devamlılık ve şahitlik
Menkıbe:
Abdülkadir Geylânî: “Önce ben vardım, sonra ben gittim O kaldı; şimdi ise benle O’nun arasında fark yok, ama hâlâ kulum.”
Sonuç: Üç Hâlin Şiirle Özeti
Tasfiye: Kalpten döküldü dünya gamı, Nefsin pası silindi hamı. Aynaya benzer gönül tamamı, Güneşi bekler artık sabah.
Fenâ: Benliğim eridi aşk içinde, Ne kaldı ki benden geriye? Bir ses kaldı, “O” dedi içimde, Ben yokum, sadece O var.
Bekâ: Yoklukla geldim, varlıkla doldum, Her şey O’ydu, her yerde buldum. Bir ben yoktu, O’yla yoğruldum, Daimî kulum, yok başka arzum.
Bu kitapçık, gönül ehline bir rehber ve kalbine yürümek isteyenlere bir ışık niyetine hazırlanmıştır.